26 Mart 2011 Cumartesi

Sultan Fatih'e

Senin için geleceğim üstadım. Nerede hata yaptık onu bulmaya. Bir yerde yanlışımız olmalı değil mi? Hatamız azımsanacak boyutta olmamalı değil mi?

23 Mart 2011 Çarşamba

Büyü

evet bu "şey".. bu "şey" büyü olmalı başka bir şey olamaz zaten. Başka bir şey olduğunu ummak bu "şey"i inkar etmek demek zaten. İnkar da edilemez ki, insan inkar etmeye kalkışsa bir başkası kesinlikle onu durdurur. 
-Ne yapıyorsun ya sen bu büyünün farkında değil misin? 
-Bilmem...
-Kendinde değilsin.
-Bilmem...
Önce bir tanesi gelir kulağına, kulak yolunda dolaşır nereye gitsem diye. Vücudun içinden çekerler onu içeriye, "hey dostum senin yerin burası, büyü değil misin sen?" der tüm hisseden organlar. 
“Beni hak etmek için ne yaptın?” der büyü.
………. derin bir sessizlik. Bir şey yapmıştır aslında, duymamıştır.
Sonsuzluğun içinde yol alır gider, değer bulacağı başka bedenlere… Ne miydi o? "Müzik"'in ta  kendisiydi..

7 Mart 2011 Pazartesi

Santur : Rezonansın Babası, Sokak Müziğinin Annesi

Müzik enstrümanı deyince herkesin aklına farklı bir alet gelebilir. Akıllarda oluşan temalar farklıdır. Benim aklımda ilk önce beliren sahip olduğum(onların da bana sahip olduğu) müzik enstrümanları.. Öyle bir şeydir ki, ilk bakışmanız bir müzik dükkanında başlar. O size göz kırpar, siz ona. Karşılıklı etkileşmenin sonucunda eve getirirsiniz. Önce nasıl konuşması gerektiğini öğretirsiniz(akord yaparak:). Oturup kalkmasını siz biliyorsanız o da biliyordur zaten. Sizin kişiliğinize bürünür bir bakıma, siz ne yaparsanız onu yapar, taklit eder küçük bir çocuk gibi. Onun babasınızdır artık. Şu ana kadar bir çok enstrümanıma babalık yaptım. Ama içlerinden birisi biraz daha farklıydı. Çünkü o da babaydı, rezonansın babası. Titreşimle çıkardığı ince,kalın tınılar insanı nerede olsa çekiyor, kulağınızdan beyninize bir tünel kazıp o tüneli ışıklandırıyordu. Bununla kalmayıp ayrı bir şefkat içermekteydi tellerinin arasında. İnsanı her türlü diyara sürükleyebilecek bir şefkatti bu. Nereye gidelim derse "tamam" deyip mecburen başlıyordunuz yolculuğa. İşte bu yüzden sokak müziğinin annesi. Her insana aynı uzaklıkta bir enstrüman, "Coldplay"'den, "Aşık Veysel"'e eşit.  Şimdi niye bu dostumu size anlatıyorum ki? Bildikleriniz hayatta neyi, neleri değiştirecek? Malesef bunu bana sormayın:) dediğim gibi ben eğlenme amacındayım, siz kendi içinizde kalbinizden beyninize,beyninizden kalbinize çift şerit tüneli kazmaya başlayın en iyisi:) Peki  insanlar neden eğlenir? cevap yok..:) çünkü illaki bir amacınızın olması gerekmez. Ama benim bu eğlencemin bir amacı var. Son günlerdeki en çok sevdiğim bir söz uğruna bu yazıyı yazdım. "herkes anlayabildiği kadar yaşar ve anlayamadığı şeyleri umursamadan ölür gider.." Herkes en azından benim anlayabildiğimi anlasın, benim anlayamadıklarım mı ne olacak? Size hakkımı helal ediyorum:)


Teşekkür ediyorum..

5 Mart 2011 Cumartesi

Repoya koyduğum tecrübelerim

Mevsimlerden askerlik mevsimi; herkesin askerlik mevsimi farklıdır. Kim ne zaman isterse yılın içinde kendisine o mevsimi oluşturur ve işte benim askerlik mevsimim der yoluna devam eder. Tabii bazen devlet babamız bazılarımızı daha çok sever, der ki senin askerlik mevsimin uzun olsun, içinde dört mevsimi de yaşa der, siz de "siz nasıl emrederseniz komutanım!" dersiniz ve ilk emri almış olursunuz.  ...boynumuz kıldan ince dersiniz ve başlarsınız 1 yıl sürecek olan hayatta kalma uğraşınıza. İşte benimde aynen böyle oldu subaylığa adımım. Korkmayın askerlik anılarımı anlatmaya başlamayacağım:). Amacım kazandığım tecrübeleri(ki sonradan sosyal mesleki hayatıma,sizler için dönüştürdüğüm tecrübeler) paylaşmak. Kendim için eğlenceli, sizin için sıkıcı olduğunu düşündüğüm girişimi yarıda kesiyorum ve bir zamanlar "Bu da bana ders olsun" diyerek aldığım her not sizin için umarım eğlenceli olur diyerek maddelerimi sıralıyorum. 



  • Diyelim ki mesai bitimine 10-15 dk kala emrinizde çalışanlara yarın için bir takım işler vermeniz gerekti. Herkese yapacağı işi 1500 kere* tembihlediniz. Artık kesin yaparlar ve anlamışlardır diye düşünüyorsunuz. Öyle düşünmeyin:), sabah mesaiye geldiğinizde mesai başladıktan 20-25 dk sonra iş sahasını gezinin. Gezerken göreceksiniz ki akşam verdiğin emre, sıkı sıkı tembih ve tariflere rağmen kuzeyde kazılması gereken çukur güneyde kazılmaktadır.
  • Ast-Üst farketmez, kuracağınız otoritenin muhabbete dayalı olmasını sağlayın, her zaman faydasını görürsünüz.
  • Zamanı geldiğinde bağırmaktan kaçınmayın, ama küfür etmeden. Çıkışmanız gereken kişiler varsa çıkışın ama aşağılamadan. Övmeniz gereken kimseler varsa da onları övün ki diğerlerinden farklı olabilsinler. 
  • Adamına göre muamele yapınız. Çünkü herkes aynı değil. Bir prensip koyun ona uyun, ne yılışıklığa gitsin ne de kırıcı olsun.
  • Verdiğiniz emirler yapılabilir olsun:) [en çok askerlikte beni bu gülümsetmiştir, -sabaha geldiğimde bütün yapraklar temizlemiş olsun! -emredersiniz komutanım! sabaha gelirsiniz yarısı durmakta:)]
  • İşi yapan yerine kendinizi koyunuz. 
  • Herhangi bir işte itirazla karşılaştığınızda göze aldığınız bir işte işe siz girişin, bu sizin samimiyetinizi ve işin yapılabilirliğini gösterecektir. Emin olun çok işe yaramakta:)
  • Kaytaranlar her zaman olacaktır, bunu mümkün olduğunca asgari seviyeye çekebilmek sizin elinizde dostlar. Çekmek istemediğiniz zaman kaytaranlar sizi seviyor, çekmek istediğiniz zaman da kaytarmak istemeyenler sizi seviyor, tecrübeyle sabittir:)
  • Yönettiğiniz kişiler üzerinde disiplin ve otorite kurmak istiyorsanız öncelikle kıyafetinize dikkat ediniz.
  • Her işte öncelikle işleri en basitten ele alın, yani ilk başta at gibi(genelde akl-ı selim kulanılır ama ben bu amiyane tabiri daha çok seviyorum) bakın. Çünkü at aklında basitlik var, dünyada basitliğin peşinde.
  • Etrafınızdaki fikirleri yabana atmayın, herkesin dediğini dinleyin, sizin göremediğiniz bir çözümü ast'ınız çoktan bulmuş bile olabilir.
  • Yapabileceğiniz kısmın en iyi şekilde tamamlanmasını sağlayın, olmadıysa dua edin:) 
Teşekkür ederim..



*1500 kere: Çok fazla. bknz: esad unus literatürü :)

Neden "Blog" yazıyorum ki?

Eveet... upuzun ruhani çekişmelerimin sonucunda blog yazmaya karar verdim. Yazmadan önce neden yazıyorum ki sorusu kafamı en çok kurcalayan soru oldu tabi ki. Sanal ortamda bulunmak, kişinin sosyal ortamının artık bir parçası mıydı?(evet)  Yoksa söylemem gereken şeyleri istediğim gibi anlık konuşmalarımda aktaramıyor muydum?(hayır)  Hayatım çok mu dolu ki bir de burayı doldurayım?(doldurabileceğime inancım tam) Arkadaşlarım burada yazdıklarımı onlara söylediklerimde dinlemiyorlar mı?(dinliyorlar tabi ki) eee niye yazıyorum ki:) Cevabım hazır kesinlikle; -eğlenmek-,-öğrenmek-,-öğretmek..  "kesinlikle" kelimesini duyduğumda aklıma ingilizcedeki kelime karşılığı olan "certainly" gelir. E haliyle doğal, gelebilir diyebilirsiniz. "certainly" kelimesinin benim hayatımda ayrı bir yeri var. Tarih 2011'in Şubatları, dil okuluna İngiltere'ye gidebilmek için uzun bir koşuşturmaca ve geç kalmaca ardından taksim danışmanlık ofisinde dil okulu yetkilileriyle skype görüşmesi.. İşte "certainly" kelimesiyle ahbaplığımız orda başladı. Ve belkide ingilizce konuşma hayatımın en çok kullanılan kelimeleri sıralamasında 10 dk'lık görüşmeyle de olsa 1. sıraya yerleşmiş olması ve karşı taraftaki bayan kardeşimin gülümsemeleriyle okula kabul edilişimin yegane sebebi: "certainly".. kesinlikle çok sevdiğim bir kelime:)  Sahi neden blog yazıyorduk? Eğlenmek için tabi ki;) Kesinlikle eğlenmek için dostlar başka bir amacımız yok:)